Son yıllarda yaşanan kadın cinayetleri ve cinsel istismar vakaları, toplumsal cinsiyet eşitliği konusundaki farkındalığı artırmışken, tacizcisini öldüren bir liseli öğrencinin durumu Türkiye’de geniş yankı uyandırdı. Azra, yaşadığı travma sonrasında, toplumun kadınlara karşı sergilediği tavrı tekrar sorgulattı. Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen duruşmasında, hem toplum hem de mahkeme heyeti, Azra'nın eylemlerini ve bu eylemlerin altında yatan motivasyonları detaylı bir şekilde değerlendirdi. İşte Azra'nın davasının detayları ve bu olayın yol açtığı tartışmalar.
Azra, 16 yaşında bir lise öğrencisi olarak normal bir gençlik yaşamı sürmekteyken, hayatının akışını değiştiren bir olayla karşılaşır. Yanında bir arkadaşının bulunmadığı bir gün, sürekli rahatsız eden yaşlı bir adam tarafından cinsel tacize uğrar. Bu travmatik deneyim, Azra'nın yaşamında derin izler bırakır ve onu kendi savunmasını yapmak zorunda bırakır. Maalesef, bu tür vakalar, Türkiye'de kadınların ne gibi zorluklarla başa çıktığını gözler önüne seriyor. Toplumdaki erkek egemen yapının dayattığı normlar, kadınların kendilerini savunma hakkını sorgulatmakta ve onları çaresiz bıraktığı gibi, kızların yaşadığı travma sonrasında yaşadığı psikolojik sorunları da artırıyor.
Azra'nın davası, sadece bireysel bir mesele olmanın ötesinde; toplumsal cinsiyet eşitliği, adalet ve kadın hakları üzerine geniş bir tartışmanın ortasında yer alıyor. Genç kızın durumu, onun yaşadığı travmanın yanı sıra, kadınların kendini koruma haklarının ne denli önemsiz olduğunu da gözler önüne seriyor. Tacizciyi öldüren Azra, kendi hayatını kurtarma savaşı vermekteydi, ancak bu eylemi onu hukuk karşısında zor bir durumla karşı karşıya bıraktı.
Özellikle sosyal medya kullanıcıları, Azra’ya destek vermek amacıyla #AzraGibibiz etiketi altında kampanyalar oluşturdu. Bu durum, genç kızın yaşadığı travmanın farkına varılmasına ve toplumsal bir hareketin doğmasına yol açtı. Kadınların haklarını savunan, onların yanında olan birçok sivil toplum kuruluşu da olaya el attı ve Azra'nın durumu için adalet çağrısında bulundu.
Azra’nın davası, adalet sistemi içinde kadınların haklarının nasıl ihlal edildiğini, pek çok kadının benzer durumlarla nasıl başa çıktığını, ve özellikle genç kadınların karşılaştığı şiddet ve istismar konusunu da derinlemesine incelemeye olanak tanıyor. Son gelen haberler, aslında bunun sadece bir dava olmaktan çok daha fazlası olduğunu; kadınların yaşadığı zorlukların ve adalet arayışlarının toplumsal bir mesele olduğunu gözler önüne seriyor.
Ricciotti hakimi, duruşma sırasında Azra'nın psikolojik durumunu ve yaşadığı travmayı göz önünde bulunduracağını belirtti. Ancak bu, toplumda daha geniş bir tartışmanın fitilini ateşleyecek gibi görünüyor. Genç kızların kendi kendilerini savunma hakkı, şimdiye kadar pek çok durumda adalet arayışını beraberinde getirdi. Azra’nın davası, genç kadınların güçlenmesini ve yaşadıkları travmaları açıkça dile getirmelerini sağlama potansiyeline sahip.
Uzmanlar, Azra’nın davasının sadece adli bir boyutta kalmaması gerektiğine dikkat çekiyor. Bu durum, gençlerin yaşadıkları cinsel istismara dair farkındalık yaratmanın ve bunun sonucunda toplumsal bir anlayış geliştirilmesinin önemini vurguluyor. Dünya genelinde benzer davaların ve kadın hakları ihlallerinin artışı, azınlıkların ve kadınların toplumda maruz kaldığı baskıda feminist hareketlerin ne denli önemli olduğunu da kanıtlıyor.
Sonuç olarak, Azra’nın yaşadığı süreç, onun yalnızca bir mağdur değil, aynı zamanda bir mücadeleci olduğunun altını çizmektedir. Kadınların yaşadığı her türlü istismar ile mücadele etmek, yalnızca bireysel bir sorumluluk değil, tüm toplumun üstlenmesi gereken bir görevdir. Bu dava, kadınların haklarını savunmak ve seslerini duyurmak adına atılan önemli adımlardan biri olarak tarih sahnesinde yerini alıyor.